Bilgisayarın, bizim toplumumuzda ki kadar, bilgiye
ulaşım amacı dışında kullanımı belki hiçbir toplumda olmamıştır. Öte yandan bilgiye
ulaşmanın bu kadar kolay ama bilginin bu kadar kıymetsiz olduğu bir çağı da yaşamamıştı
insanoğlu. Bilgiye ulaşım kolaylaştıkça, ters orantılı olarak bilgide değerini yitirmeye
başlamış, âlim olmakla, malumat furuş olmak birbirine karıştırılmıştı. Âlime
gerekte kalmamıştı zaten, çünkü google hazretleri bütün problemlerimizi
çözmekteydi. Fakat bilginin çeşitliliği, çokluğu ve seçebilmedeki güçlülük, insanlarda
kafa karışıklığı oluşturmuştu. Bunun sonucu ise, hiçbir şeye inanmayan, bilgiye
güvenmeyen insan tipini ortaya çıkarmıştı. Öte yandan bilginin aşırı
görselleşmesi de, insanı da okumadan bilgi edinme kolaylılığına itmiş, insanlar
adeta okuyan değil, seyreden bir topluma dönüşmüştü. Okumadan, seyredilerek elde
edilen bilgi ise, insanları sosyal problemler karşısında seyirci olmaya itmişti.
Böylelikle bilgi, sanallaşmış, kitleler sürüleştirmişti. İnsan zihnine
aktarılan bu kadar görsel ve lüzumsuz bilgiler, hafızayı çöplüğe çevirmiş,zor
öğrenen, çabuk unutan ve öğrendiği bilgileri gerçek hayatta kullanamayan
bireyleri meydana getirmişti. Eskilerin ‘mezar taşlarını okumak unutkanlık
yapar’ demelerinin hikmeti, lüzumsuz bilginin zararlarından kaçma çabası olsa
gerek.
Ama asıl erozyon,
sosyal medyanın kullanımındaki ahlaki yozlaşmada yaşanmakta. Toplum, ciddi bir
kişilik bunalımıyla karşı karşıyaydı. Ve biz bunun üzerinde kafa yormak ve
çözümle üretmek durumundaydık. Sosyal medyada kendine bir dünya kuran bireyler,
kurdukları ilişkileri kendi kişilikleri üzerinden değil, karşısındakinin beğenisi
üzerinden kurması, kurduğu ilişki sayısı kadar kişilik taşımasına sebep olmuş,
ama bu arada kendi asıl kişiliğini kaybetmişti. Sosyal medyanın uzun süreli ve aşırı bir şekilde kullanımı, kişi
üzerinde narsist eğilimler meydana getirmektedir. Böyle kimselerin sürekli
ilginin kendi üzerlerinde olmasını istemesi ve diğer insanlara karşı
aşağılayıcı ve egoist bir tavır içerisinde olmaları bu durumun bir sonucudur.
Sosyal medyada paylaştığı her şeyin altındaki beğen sayısının azlığı veya
çokluğu, belirlemeye başlamakta insanların hayatını.Günlük hayatta yaptıkları,
sanal hayatta ne kadar beğeni alacak, gerçek hayatta ise, sanal alemdeki
beğenilme güdüsünün karşılığını beklemeye başlayacaktı.Sadece bu mu
problem, hayır!Kişinin, gerçek hayatta yapamayacağı
birçok davranışı, sosyal ağlar üzerinden yapabilme rahatlılığı ve kolaycılığı, onu
daha çok sanal yaşamaya itmiş, gerçek hayattan koparıp onu asosyalleştirmiştir.Gerçek hayatta elde
edemediği şeyleri sanal ortamda elmek, bilmediği konularda ahkam kesebilmek ,okumadığı
kitabın kritiğin yapabilmek,sanal ortamda ona bir yer sağlamış ve bu onu daha
çok bağımlı hale getirmişti. ‘Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz!’(Saf:2) Gerçek hayatta kuramadığı çiftliği, sanal âlemde
kurmuş, onu ekip-dikerek para kazanmış, yarattığı alemin kralı olmuştu. Ama bu
arada kolaycılığa alışmış, zorluklarla mücadele edebilme riskini alamayan,
korkak tiplere dönüşmüştü. En insani ilişkileri bile yapmakta zorlanan, kendi
haklarını bile savunamayan, hayatı sanal âlemdeki gibi kolay sanan insan
tipleri bunu örnekleridir. Bayramları ve kandilleri gönderdiği hazır mesajlarla
kutlaması, onun ne kadar bireyselleştiğinin ve insani ilişkilerden çekindiğinin
göstergeleriydi. Alış verişini bile
sanal alem üzerinden yapan kişiler, artık ağzı ile değil parmakları ile
iletişim kurmaktaydı. Bu bireyselleşme, insan ilişkilerini o kadar vurmuştu ki,
otobüslerde, yollarda, okullarda, insanlar yanındaki kişilerle konuşmak yerine,
elindeki cep telefonları ile uzaktaki ya da tanımadığı kişilerle iletişim kurmaları
içine düştüğümüz durumun göstergeleriydi. Artık ıssız
bir adaya düşen insanın isteyeceği 3 şey; telefon ,kontür ve internet erişimi
şeklinde değişmişti.
Bireyselleşen insanı bekleyen bir başka tehlike
ise, diğerkâmlılığın bitmesiydi. Çünkü onun için, düşünmesi gereken diğerleri
diye birileri yoktu, sadece kendisi vardır. Yiyeceğini paylaşmak yerine, yediklerinin
fotoğraflarını paylaşması da, içindeki bu ruh halini yansıtıyordu. ‘Onlar kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.’ (Bakara:2) Onu
bu hale getiren, sanal âlemde gördüğü binlerce fotoğraflar ve videolardı belki.
Afrika’daki aç, susuzda, Mısır’da, Suriye’de katledilen insanda, Filistin’deki tanklara
taş atan çocukta herhangi bir film karesinden farklı değildi onun için. Zaten
aynı katliamı hergün oynadığı sanal oyunlar da kendiside yapıyordu. Bu ondaki
acıma duygusunu ve merhamet damarlarını kurutmuş ve onu sadist bir kişilik
yapmıştı. Böyle sadist ve megolaman
birinin başkasını sevmesi yada onların acılarını hissetmesi mümkün müydü?
“Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu
eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü
yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.’ (hadisi
şerif)
Bu duyarsızlığın arkasından
gelecek hastalık tabiî ki selfie olacaktı.Hastalıklı bir ruh halini ortaya
çıkardığı bir davranış biçimiydi ve etkisi altına almıştı tüm dünyayı kısa sürede..Bireyselleşen insanın kendini
başkasına beğendirme ve olduğundan farklı görünerek, beğeni toplama
sapkınlığıydı bu..Psikologların: ‘Selfie’nin (kendi
fotoğrafını çekmenin) ve bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşmanın ruhsal bir
bozukluk olduğu,kendi
fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşmanın obsesif, kompülsif (saplantı-zorlantı
bozukluğu) bir eğilim ve özgüven eksikliğini gidermenin bir yolu’
olarak tanımlamışlardır.(1) Ve yine:
"Kişinin özel durumlar dışında, her davranışı kayıt altına alarak
selfie çekmesini narsistik bir doyum olarak yorumlamak gerekir.Selfienin kişinin
"kendisini kutsallaştırma, önemli ve özel görme" duygularını besler.
Bir müddet sonra
selfie, kişide yalnızlaştırıcı etki yapar. Böyle durumlarda insanlarla ilişki
kurma biçimi haline gelebilir. Bu uygulama bir müddet sonra kişiyi, insanları
onay ve takdir alma durumuna getirebilir. Bu bir iletişim biçimi haline
getirilirse de o kişinin zaafı haline dönüşür.’ (2) Estetik uzmanlarının
söyledikleri de işin bir başka vahametini ortaya koyması açısından ilginç: ‘Son zamanlarda ülkemizde de hastalarımızdan sıklıkla bu fotoğraflarda,
kendilerinde beğenmedikleri yönleri fark etmeleri, estetik cerrahiye başvurular
artmıştır. Bu güne kadar belki o kadar da dikkat etmedikleri, burun eğriliğini,
kulakta şekil bozukluğunu ya da kırışıklığını yakın çekim estetiğni arttırmak
için hastanelere başvurmakta.’ (3)
Bu
sapkınlığın bizim İslamcı piyasadaki durumu ise, daha içler acısıydı. İslami
duyarlılığından dolayı kapandıklarını sandığımız birçok bayanın ,selfie yada
sanal dünyadaki foto paylaşımları,‘bunlar
niçin kapanıyorlar acaba’ sorusunu gündeme taşıyordu.Örtünmek, gizlenmek
ise; sosyal medyada fotoları paylaşıma açmak,
birilerinin beğenisine sunmak, hatta belki iç gıcıklayıcı yorumlar
beklemek hangi anlayışla izah edilebilir ki.Sosyal medyada ki takipçileri için;
okuyan,gezen, yiyip içmen, onlar için yaşamayan insanlarımız asıl takipçilerini
unuttu bu arada: ‘İnsanın sağında ve solunda oturan, her davranışı yakalayıp
tesbit eden iki melek vardır.’( Kaf 17)
Kendini beğendirme çılgınlığının
insanın başına açtığı bir başka dert ise, kullandığı teknolojinin en üst sürüm
olma hastalığıydı. Başkalarının beğenileriyle ayakta duran birinin, ucuz teknoloji
kullanması onun tüm karizmasını çizdirecekti. Tabi bunun da iki türlü faturası vardı.
Teknolojinin ithal olması, ülkeyi teknoloji çöplüğüne dönüştürürken, diğer
taraftan da bireyleri ekonomik sıkıntılara sokacaktı. insanın değeri, kişiliğiyle
ve davranışıyla değil, kullandığı eşya ile ölçülür olması, insan bunlar için yaşamaya,
kazanmaya sürüklemekte ve varoluş gayesini unutturmaktaydı. Yani, tüketirken
tükenmekteydi. ‘Asra andolsun ki.
Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak iman edip
salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine
sabrı tavsiye edenler başka.’ (Asr:1-3)
Bu kadar kötü ve karamsar tablodan
kurtulmanın yolu var mıydı? Bu sorunu cevabı kolayca evet denilecek cinsten değildi,
ama ümitsizde olmamak lazımdı. Öncelikle bununla mücadelenin yolu, yasaklar
koymak, haram fetvaları vermek olmadığını bilmek gerekir. Bu şekilde çözümler sunmak,
sadece karşımızdakini daha da profesyonelleştirir ve ikiyüzlüleştirir.
Alternatifi bulunmadan konulan yasakların sonuçları sağlıklı olmayacaktır.
Basiretli insan, duvara vurmadan tehlikeyi görebilen ve önlemini alan
insandır.Olay olduktan sonra pansuman tedavi yollarına gitmek ise, sadece olayı
geçiştirmeye, zararı ve acıyı azaltmaya
çalışmaktır.Batını yaşadığı da tamda budur.Batının,Modernitenin açtığı yaraları,
postmoderniteyle kapatmaya,iyileştirmeye çalışma saçmalığı da aslında bunun bir
sonucudur.
Sonuç
olarak, her kültür kendi teknolojisini doğurur. İthal teknolojilerde, doğduğu
memleketin kültürü ile gelmesi kaçınılmazdır. İthal edilen teknolojilerinyarattığı
tahribatla yapılacak savaş, bataklıkta sivrisinek öldürme komedisine dönüşecektir.
Batının teknolojisini alalım, kültürünü almayalım diyenlerin bu günkü
yaşananları görebilmişlerimiydi acaba. Dünyanın artık büyük bir köye dönüştüğü
ortamda, bunlardan kaçabilmenin mümkün olmadığı gerçeğinden yola çıkarak,ne
yapılması gerektiğinin ciddi bir soru olarak karşımızda durduğunu
unutmamalıyız.Bu problem, ancak kendi kültürümüzle, kendi değerlerimizden beslenip,
kendi kutsalımıza yaslanarak üreteceğimiz medeniyet ve teknoloji ile
çözülebileceğini unutmamalıyız ve bunun zihinsel ve pratik çalışmalarını
başlatmalıyız.Zor belki ama gerekli olan çözüm burada yatmakta.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1-Amerikan
Psikologlar Derneği (APA)
2-Nevzat Tahranın
3 Op. Dr.
Bora Ok
Hcm eline sağlık diyecem.ucaklarda bunca konfor ve ayrıntıya rağmen hala mescid yok.taklit değil icad yapmalı. ..