SEKÜLERLEŞEN DİN EĞİTİMİ

                                               SEKÜLERLEŞEN DİN EĞİTİMİ

         İstanbul’un fethiyle derinden sarsılan Hıristiyan dünyası, Endülüs Emevi devletinin yıkılmasıyla, İslam dünyasının ürettiği, entelektüel zihin ve kültürel birikime kapılarını açmış, bilimin önündeki katı duruşunu bozmuştu. Hıristiyan dünyası, kilise ve din adamlarının koyduğu yasakları sorgulanmaya başlanmıştı. Kilise, kendi kütüphanelerine doldurduğu halde, yüzyıllarca halkına yasakladığı, Müslümanların kaleme aldığı eserleri, artık gizleyemez olmuştu. Hıristiyan dünyasındaki ilk Protestan ve aydınlanmacı hareketi başlatanların birçoğunun,  kilise kökenli olmalarının sebebi burada olsa gerek.

          Hıristiyan düşünce hayatını yüzyıllarca belirleyen skolastik düşünce, artık bu dalganın karşısında daha fazla dayanamayarak çökmeye başlamış, hızla büyüyen bilimsel ve düşünsel gelişmelere yönde verememişti. Kilisenin bu konularda ki sabıkasının epeyce kirli ve kabarık olması, onu bu gelişmenin dışına iterken, seküler bilimin önü açılmış, modernitenin inşa ettiği hayat biçimini onaylayan bir din anlayışı da ortaya çıkmış oluyordu.(Protestanlık) Bütün Avrupa’yı etkisi altına alan değişimin temellerini oluşturan pozitivizm, kilisenin şimdiye kadar ektiği yasakların, biçilmesiydi. Putperest  Romanın yaptığı baskıların (Ashab-ı keyf, Ashab-ı Uhdud..vs.)  da etkisiyle, münzevi bir din anlayışına dönüşen ilk dönem Hıristiyanlığı,yine Roma’nın Milano sözleşmesiyle, Hrısityanlığı resmi din ilan  etmesi, kendi hukukunu, kültürünü ve kimliğini üretemeden, Helenist,Greko-Romen hukukuna yaslanmasına sebep olmuştu.Bu durum,açığını skolastik tavırlarla kapatmaya kalkan  Kiliseye, reaksiyon olarak doğan ,laik ve seküler düşüncenin önünü açmış, dünyaya söyleyecek fazla bir sözü olmayan Hıristiyanlığı ise, pozitivizmin kucağına düşürmüştü.

      Avrupa’da esen pozitivist temelli değişim rüzgârı tüm dünyayı etkisi altına alırken, kendini yenileyemeyen uleması, felsefe okutmayan medresesi ve Ahmediye, Mızraklı ilmihal ve namaz surelerine mahkum olan halkıyla, öte yandan, ekonomisinin bel kemiğini oluşturan fetihlerin, ordunun modernizasyonunu sağlayamadığı için devam ettiremeyen Osmanlının buna direnebilmesi mümkün gözükmüyordu. Avrupa’daki bilimsel ve ekonomik gelişmelerin karşısında rekabet edemeyen Osmanlı, kısa zamanda gerilemeye başlamış, Batıda esen milliyetçilik akımı da, ümmet anlayışı üzerine bina edilmiş Osmanlı’daki etnik gurupları etkisi alarak, süreci hızlandırmıştı. Çıkış yolu arayan Osmanlı aydınları, batıda yetişmelerinin de getirdiği aşağılık kompleksiyle, batıya öykünmeye, orada olan biten her şeyi kopyala, yapıştır mantığı ile hiçbir yorumlama sürecinden geçirmeden, batının kültür ve değerlerini, Osmanlı’ya taşımaya kalkmışlardı. Toplunun kültür ve gelenekleriyle uyuşmayan bir hayat tarzı, bir topluma dayatıldığında toplunun yaşayacağı kimlik bunalımı göz ardı edilmiş, ithal edilen bilimin, felsefi temelleri sorgulanmadan toplum ve devlet, modernleştirilmeye çalışılmış sonuç olarak ta, toplum ve devletin arası açılmıştı. Bu hassasiyeti göz ardı eden aydınlarımız, en az beş numara küçük ayakkabıyı, topluma giydirmeye çalışmış, sıktı dedikçe ayakkabıyı değiştirmek yerine, ayağı yontmaya kalkmıştı. Aydınların ve siyasilerin bu elitist ve jakoben tavırları, halkla aralarına aşılması imkansız, duvarlar örmüş, putlaştırdıkları demokrasiyi işletirlerken bile, halkın oyu ile kendi oylarının eşit olamayacağı düşüncesi hep bilinçaltlarında olagelmişti.

   

          Tüm ulusu, tek bir terbiye sistemi ile yetiştirmeye odaklı olarak dizayn edilen Cumhuriyet dönemi eğitim sistemi, kendi kültürüne uzak, taklit ettiği Batının pozitivist eğitim sistemini model alarak, kendi milletinin öz kültürünü küçümseyen, dini değerlerinden uzak, insan tipleri yetiştirmişti. Kendisinin yaşamadığı ama halkına da yaşama hakkı vermediği dini taleplere olan duyarsızlığı, batıdan alarak, problemli pozitivist eğitimin bir sonucuydu. 1940-50 li yılların, yasaklanan din eğitimi ve laiklik adına dinle savaşma politikası, memleketin genelinde derin bir travma oluşturmuş, büyük infiallerin yaşanabileceği sınıra getirmişti toplumu. Cenazeler ortada kalmış, camilerde namaz kıldıracak kimse kalmamıştı. Bu dönemin ortaya çıkardığı İHL, devletin, halkla gerilimi yumuşatma ve uzlaşma projesiydi. Cenaze yıkamak, namaz kıldırmak ve halkı yatıştırmak adına ihdas edilen İHL’ler, bazı dönemlerde güzel işlerin altına imza atsa da, bunlar hep imalat hatası olmanın ötesine gidememişti. 80’li yılların, kabuğunu kırıp, ekonomiden pay almaya çalışan, Anadolu’nun muhafazakâr orta sınıfının, İHL’lere olan yoğun ilgisi ve üniversite kazanımlarında ki başarıları, laik kesimi rahatsız etmişti. 28 Şubatta yeniden dizayn edilerek önleri kapatılan İHL’ler, uzun mücadelelerin sonunda, AKP iktidarı tarafından önündeki engeller kaldırılmış, eski günlerine yeniden döndürülmüştü.

          Müslümanlar açısından sorgulanması gereken asıl problem ise şuydu; İHL’lere olan yoğun tercihinin arka planında, kaliteli bir din adamı isteğimi yoksa namazını kılan doktor ve mühendis vs. isteğimiydi? İHL’ lerin, üniversite girişlerinin engellendiği dönemde, öğrenci sayısının yüzde 90 civarında düşmesi, Kuran Kurslarının kapısına kilit vurulması, toplumun beklentisini gözler önüne seriyordu. Mezun oların içinden çıkan, doktor, hâkim, milletvekili hatta başbakanla övünülüp, örnekler gösterilirken, adı imam hatip olan okuldan çıkan toplumun saygınlığını kazanmış bir din âliminden bahsedilemiyordu. Gayemiz, İHL’leri eleştirmek değil, Türkiye’de cari olan din eğitimi ile Müslümanların din eğitimindeki beklenti ve taleplerinin durum tespiti.28 Şubat sürecinde çekilen sıkıntılar, Müslümanları, İHL konusunda daha da duygusallaştırmış, bu da, büyük bir İHL patlamasına sebep olmuştu. Ama bu duygusallık aklıselimin önüne geçmemeli. Adı İHL ya da başka bir şey fark etmez, gerçek anlamda dinin öğretildiği, sağlam bir din eğitimi ihtiyacı göz ardı edilmemeli ve bu talep, siyasilerin seçim aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Sağlam bir din eğitimi olmayan toplumlarda, okuyan nesil,  ateist  ya da laik, okumayan da,  “kaba softa, ham yobaz”,ya da hurafeci olacaktır. Problemlere çözüm üretemeyen, toplumun önünden değil arkasından giden din, protestanlaşmaya ve sekülerleşmeye davetiye çıkarır. İdealin ve olması gerekenin mücadelesi verilmediğinde, her zaman bir adım geri gideceğimiz unutulmamalı. Namazlığını öğrensin, arkamdan da  “üç gulfü, bir Elham” okusun yeter mantığı ile ayakta tutulan din eğitimi, sadece dinin içine okur. Asgari dini eğitiminin bütün okullarda okutuluyor olması, İHL’ lerden beklenenlerin diğer okullara kaydığını göstermekte ki bu güzel bir gelişme. Burada verilen din eğitiminin içeriğinin doldurulması ile halkın, İHL’lerden istediği beklentiler karşılanmış ta olacaktır. İşte bu noktadan itibaren İHL’de gerçek anlamda din eğitimi almak isteyenler için bir zemin oluşturulmalı ve bu cazip hale getirilirse, din eğitimi hiçbir akademik başarısı ve yeterliliği olmayan çocukların gönderildiği okul olmaktan çıkıp, toplumunu yönlendirecek, aydınlatacak, örnek ve bilge insanların yetiştirildiği okullara dönüşecektir.

          Fakat hâlihazırda ki İHL’ler, yüzeysel dini bilgilerin dışına çıkamayan, kültürel derslerin yoğunluğu arasına sıkıştırılmış ezber ağırlıklı, çoğu zaman sosyal hayata dair söyleyecek sözü olmayan hocaların eşliğinde, ezbere ve tekrara dayalı bilgi nakleden ama metodoloji ve bilgi üretmeyen müfredat ve eğitimi ile idealin hep uzağında kalacaktır. İHL lerde, din eğitiminin temel kaynağı olan Kuran’ı, öğüt almadan, sadece lâfzen okuyan, peygamberin şahsiyeti, mücadelesi ve öğretileri ile ilgili bilgi yerine, birkaç kıssa ve kronolojik bilgi ile yetinmek zorunda kalan gençliğin, toplumuna dini önderlik yapması mümkün mü? Seküler dünya ile laikleştirilmiş, gelenek damarları kurutulmuş, din ile dünya arasında sıkıştırılmış gençlik, kekliği taklit ederken kendi yürüyüşünü unutan saksağana benzemiştir. Böyle bir din eğitimi ile yetişen İHL’li neslin, ilk fırsatta, hemen mücahitlikten, müteahhitliğe atlamaları ve geldikleri konumlarda da, kapitalizme abdest aldırmaktan başka bir şey üret(e)memeleri aslında şaşılacak bir şey değildi.

 

       Son 10 yıldır hızla büyüyen yaz okulu furyası da aslında bunun farklı bir versiyonu. Evde, çocuklarını bilgisayarın pençesinden, sokakta serserilerin şerrinden kurtarmak isteyen velilerin, birazda manen tatmin olmak isteyenlerin bir icadı olarak gündeme geldi yaz okulları. İslamcı dernek ve vakıflarında(istisnaları var mutlaka), buradan gelecek reklam ve bir takım getirilerin cazibesi ile hiç sorgulamadan, bir şey üretmeden, hemen üzerine atlaması bu pastayı büyüttü. Ve böylelikle, iki ay kendilerine emanet edilen çocukları, sıkmamak adına, içi boşaltılmış, havuz, halı saha, piknik, bilgisayar hatta yabancı dil, soslu programlar hazırlayarak, camiden uzak bir din eğitiminin temelleri atılmış oldu. Oysa çoğumuzun cami ile tanışması, halılar üzerinde güreşlerimiz, tesbih savaşlarımız ama bu arada cami atmosferi, cemaatle namaz ve cami adabını öğrendiğimiz yerler ve zamanlardı bu dönemler. Ama şimdi, camisiz bir din eğitimi absürtlüğünü, din eğitimi adına yapmaktayız. Bu çocuklar, camiye nasıl olsa 60’ından sonra gidecekler, o zaman kadar öğrenirler mi denilecektir.

          Sonuç olarak, Müslümanlar,  dinin ne olduğu ve hayattaki işlevinin ne olması gerektiğini kendine sorup, cevabını gerçekçi bir şekilde verilebilirse, yapılacak işte ortaya çıkmış olacaktır. Eğer din, bir hayat tarzı olarak kabul ediliyorsa, bunun mektebi, Kur’an ve Hz. Peygamberdir. Rabbin adıyla başlayıp, onun terbiyesi ile devam edecek bir eğitim modeli, Müslümanların hedefi olmalı ve bunun alternatifleri geliştirilmelidir. Çerçevesi bu olacak bir din eğitimi, bir lütuf olarak değil, bir hak olarak görülmeli ve talep edilmelidir. Hâlihazırdaki din eğitimi ile din, sekülerleşen dünyaya, vicdanları rahatlatmak için fetvalar uyduran bir mekanizmaya dönüşecektir.

Facebook Twitter Google LinkedIn Email

2 Yorum Var

  • feyzanur karataş 16/07/2014 14:18

    Eleştirilerin çoğuna yapılan savunma hemen hemen aynı ,kurumsal saldırı ve eleştirilerle kendi sistemini savunma.Yaz okullarının sonsuz savunması Diyanet programlarının yetersizliği.İHL lerin gururu diğer liselerde gençlerin sebep olduğu görüntü kirlilikleri.Tüm bu çapraz sorunlar birde cahil seçimlerle kontrol mekanizmasından uzak,evladını herhangi bir çayıra salma derdinde ki \'\'ilgili\'\'ailelerle birleşince sonuç bu.Yazınızın her satırına katılmakla birlikte çözümün tek adresi Kur an ı okuma ve anlamaya insanları nasıl yönlendirebiliriz,nitelikli okuma ,kendini güncelleme ,bulunduğu yerin hakkını verme konusunda insanlara ne önerebiliriz?Birey olarak bizler ne yapmalıyız.Muhabbet ehli genç kitleleri nasıl geriye getirebiliriz?Birey olarak kendimizi koruyup geliştirme çabasındayken etrafımıza da nasıl ışık tutabiliriz?Emek vererek elde ettiğimiz pamuk ipliği bağları nasıl kuvvetlendirebiliriz hocam?Bu konularda ki fikir ve görüşlerinizi de bekliyoruz inşallah.Kaleminize sağlık.Allah razı olsun

  • ersoy kağnıcıoğlu 16/07/2014 11:19

    SELAMUN ALEYKÜM.değerli veli abi.yazınızı okudum ve tesbitlerinizi doğru ve yerinde gördüm.fakat bu bahsettiğiniz ,bir şey üretememe,devletten bağımsız bir ulema yetiştirememe drumunun kur-an kursları ilede bağlantısı olduğunu düşünüyorum.çünkü ihl\'ler için geçerli olan kuru ezber,kitabı anlamadan okuma gibi olgular maalesef bu kurumlar içinde geçerli.aynı duyguları paylaştığımıza inanıyor,biz küçüklerinizi dinin doğru anlaşılması ve devlet tekelinden kurtarma yolundaki mücadelemizde yalnız bırakmayacağınıza canı gönülden inanıyor değerli katkılarını bekliyorum.ALLAHA EMENET OL.

Yorum Yapın